Günlük Burç Yorumları

31 Mayıs 2011 Salı

mezbaha











Bugün kesimhanede çalışan bir hastaya
"İşkembeleri nasıl temizliyorsunuz, kimyasal madde kullanıyor musunuz?" diye sordum
"İşkembeleri temizleyen bir makine var, 7-8 dana işkembesini atıyorsun, sıcak suyla döndürerek içinde ne varsa döküyor, beyaz oluyor. Kimyasal biz kullanmıyoruz ama kullananlar var.Kostik kullanıyorlar, o zaman kar beyaz oluyor, millet de onu daha temiz sanıyor" dedi
"Hayvanlar elle mi, makineyle mi kesiliyor" diye sordum
"Büyükbaşlar makineyle kaldırılıyor, elle kesiliyor" dedi



"Nasıl kaldırılıyor" dedim
"Ölüm yolunda hayvanlar tek sıra oluyor. Duran, gitmek istemeyen olursa ucu açık kabloyu kıçına değdirdin mi fırlayıp gidiyor. Sırası gelen, tek hayvanlık kabine giriyor. Kabin hayvanın kıpırdayamayacağı kadar dar ve rampa yukarı. Arkadan kapağı azcık açtın mı ayağı dışarı kayıyor. O kayan ayağa kelepçeyi taktıktan sonra makine tek ayağından çekerek tepetaklak ediyor, sonra bıçağı vuruyorsun" dedi


"İthal hayvanlar da kesiliyor mu sizin orda?" diye sordum
"Tabi daha yeni 10 000 koyun geldi Avustralya'dan, bir sürüsü telef olmuş yolda. Bir de angus kesiyoruz. Bu anguslar bizimkiler kadar cüsseli değil ama nedense çok sinirli hayvanlar, çok zorluk çıkartıyorlar" dedi

12 Mayıs 2011 Perşembe

canlı ahtapot








Geçen hafta evimizde misafir ettiğimiz bir Amerikalı ile Uzakdoğu yemeklerini konuşuyorduk. Söz böceklerden açıldı. Tayland’da kızarmış hamam böceğini denemiş ama hiç sevmemiş, midesi bulanmış.
“Esas Kore'de yediğimiz canlı ahtapot güzeldi” dedi
“Nasıl canlı?” diye sordum
“Bayağı masaya canlı bir ahtapot getiriyorlar, kolunu satırla ufak ufak doğruyorlar. Birer lokmalık parçalar tabakta hareket etmeye devam ediyor. Çubukla yakalayıp yanında getirdikleri çok güzel bir sosa banıp ağzına atıyorsun. Ağzının içinde de hareket etmeye devam ettiğinden çok iyi çiğnemen lazım ki vantuzlarıyla boğazına yapışmasın. Bu nedenle her sene pek çok Koreli hayatını kaybediyormuş” dedi


“Çok vahşiymiş” dedim.
Kız arkadaşı:
“Ben yiyemedim. Önce hareket etmesi durursa yiyeceğim dedim, ama dokununca yine hareket etmeye başladı, ben de bıraktım” dedi
“Tadı nasıldı peki?” diye sordum
“Aynı pişmiş ahtapot tadı ve dokusu, sadece biraz daha tuzlu ve daha sert, ben beğendim, güzeldi” dedi

28 Nisan 2011 Perşembe

pazarcılık









Bugün yeni açılacak bir pazar yerinden tezgah almak isteyen bir pazarcı sağlık raporu için başvurdu.

“Ne kadar ödeniyor bir tezgah için?” diye sordum

“9 bin lira istiyorlar. 650 tezgah olduğunu düşünürseniz binanın parasını bizden alıyorlar” dedi

“Bir şeyi merak ediyorum: Semt pazarlarında çok fiyat farkı oluyor. Domates birinde 1 liraysa diğerinde 1,5 lira. Bu fark tezgah ücretinden mi kaynaklanıyor, yoksa başka bir sebebi mi var?” dedim







“Tezgah ücreti üç aşağı beş yukarı aynı. Zengin semtlerde aynı mal pahalı satılıyor, tamamen şişirme bir fiyat. Bir de ertesi gün pazar kurulup kurulmayacağı da akşam fiyatların ucuzlayıp ucuzlamayacağını belirler. Mesela ben malımı Cumartesi satamazsam Pazar satarım. Ama Pazar günü bitiremezsem akşam fiyatını indirip bitirmeye çalışırım, çünkü Pazartesi günü pazar kurulmuyor, mal bozulur” dedi.





13 Nisan 2011 Çarşamba

inci kefali ve çay




Bugün tansiyounu bir türlü düşüremediğim Van'lı bir hastama
"Siz tuzsuz yeme önerime uymuyor musunuz?" diye sordum
"Valla geçenlerde Van'dan tuzlu balık geldi, onu biraz fazla kaçırmış olabilirim" dedi
"İzmir'de, deniz kıyısında taze balıklar dururken Van'dan gelen tuzlanmış inci kefalini mi yiyorsunuz? Nasıl yapılıyor o?" diye sordum


"Bidonun içine tuzla basıp gönderiyorlar. Yiyeceğin zaman soğuk suyla sabahtan ıslıyorsun. Suyunu değiştire değiştire öğleyin yumuşuyor. Sonra ya tava yapıyorsun, ya mangal. Yanına da bulgur pilavı ve ayran aşı yaparız. Biz ona alışmışız. Üstüne de mutlaka çay" dedi ve ekledi "Gözünü sevdiğimin Van'ı. İzmir'de çay içmeyi de bilmiyorlar komşuluğu da.


Komşunun kapısını çalıyorsun, kapıyı açıp 'Ne var' diyor.
Ne olacak canım sıkıldı çay içmeye geldim!
Çayı da her bardakta daha içer misin diye soruyor, insanın iyice canı sıkılıyor. Eşim biraz sinirlidir, geçende misafirlikte bir, iki sordular çay koyayım mı diye, en sonunda bir kızdı,
'Senin ne çayını içerim, ne başka şeyini' diye bağırdı kalktı"
"Neden kızdı?" diye sordum
"Çay koyayım mı diye sorulur mu? Ben içmeyecek olsam söylerim, yeter diyene kadar koyması lazım" dedi


"Peki, ilk bardağı koyarken soruluyor mu sizin orda?" diye sordum
"Yok, oturunca hemen çay gelir. Doydum yeter diyene kadar sürekli koyulur. Doyan da bardağını yan yatırır" dedi

Kendisine balığın çok faydalı olduğunu ancak taze deniz balığının daha besleyici olduğunu, ayrıca balığı tava değil ızgara ya da fırında pişirmesinin uygun olduğunu anlattım.

3 Nisan 2011 Pazar

sahte içki




Geçen hafta hapşuruk yakınması ile başvuran bir barmene:
"Nasıl alkol zamları içki tüketimini azalttı mı?" diye sordum.

"Tüketimi biraz azalttı tabi, ama esas sahteciliği arttırdı. Millet kalitesiz içkilere yöneldi" dedi

"Nasıl sahtecilik?" diye sordum

"Doktor Bey bu alkolü içkilerde sahtecilik çok olur. Mesela şimdi moda oldu, sokaklarda 3-5 liraya tekila şatı satılıyor. O satılanın içinde bir damla tekila yok" dedi

"Ne var peki?" diye sordum

"2,5 santilitrelik şatın dörtte biri Bacardi, gerisi ucuz votka ve tonik. Kimse ayırt edemiyor. Zaten bir şişe tekila 70 lira, o fiyatlara satmaya imkan yok" dedi


"Başka ne gibi sahtecilikler oluyor" diye sordum

"Ben çok meyhanede çalıştım. Hemen hemen bütün meyhaneler rakıyı sulandırır, kendilerine bir şişe çıkartır" dedi

"Sulandırılınca beyazlamıyor mu?" diye sordum


"Şimdi standart olarak 12 şişe rakıyı bir kazana boşaltırsın, içine bir şişe ılık suyu yavaşça karıştırdın mı beyazlamaz. Sonra tekrar şişelere doldurup ağzındaki bileziğe de birer damla japon yapıştırıcısı damlattın mı, masada çıt diye açılır. Bunu 12 şişe rakıya 2 şişe su ile yapanlar da vardı. Şimdi yeni bilyeli kapaklardan sonra azaldı" dedi

"Ben de neden garsonlar şişeleri kendileri açıp da masaya bırakıyor diye merak ediyordum" dedim


Hapşuruğu allerjik rinit vasfında olduğundan kendisine nasal bir kortizon preparatı yazdım ve ilacı özellikle sabah evden çıkmadan, yani çiçek tozları ile karşılaşmadan kullanmasını söyledim.

7 Şubat 2011 Pazartesi

muhtarlık 2






“Bizim köy uzun zamandır belde olmak istiyor. Bunun için nüfus sayımında 2000’nin üzerinde kişi sayılması lazım ama bizim köyde epi topu 800 kişi var. Büyükşehirlere göçenlerden sayımda gelmeleri konusunda söz alıyorlar ama yine de sayı 1000’i geçmiyor. Muhtar ve ihtiyar heyeti düşünüp taşınıyor, köylüden para toplayıp gidip Yalova’da biz göçer obası ile anlaşıyorlar. Anlaşmaya göre herkesin yevmiyesi kamyona bindiği anda işlemeye başlıyor, nüfus sayımına kadar ödeniyor.



1000 kişilik Çingen obasını kamyon kasasında köye getirip evlere, ev sahibinin maddi olanağına göre beşer, onar yerleştiriyorlar. Sayımda sorulduğunda da hepsi biz akrabayız, bundan sonra burada kalacağız yanıtı veriyor. Hatta Muhtar’ın bana dediğine göre nüfus hesaplarına göre 2025 kişide kalmış da bir kaza olmasın diye 50 tane de mevtayı yazdırmışlar.” dedi
“Belde olabildiler mi peki?” diye sordum



“Oldular, ama bir dönem. Sonra hükumet yasayı iptal etti, böyle oluşan belediyeleri kaldırdı. Olsun, herkes çok memnun. Ne olacak ki, köyün içme suyu geldi, kanalizasyonu, yolu yapıldı, İller Bankası'ndan krediyle iş makineleri alındı, bundan sonra yine köy olsun, önemli değil” dedi.

6 Şubat 2011 Pazar

muhtarlık






Bugün ilaç yazdırmak çin başvuran emekli bir Uluslararası İlişkiler Profesörüne
"Mübarek'ten sonra Mısır'a demokrasi gelecek mi acaba?” diye sordum
“Bence zor. Bakın bizim iyi kötü 60 yıllık demokrasimiz var. Size seçimlerle ilgili bir örnek vereyim” deyip anlatmaya başladı:
“Ben Ege’nin dağ köylerindenim. Bizim köyde muhtarlık seçimi vakti geldiğinde büyük bir pazarlık başlar. Muhtar olacak kişinin 800 haneli köyde en az 70-80 bin lira harcaması gerekir. Blok oyu olanlarla pazarlık edilir, el sıkışılır. Mesela benim evde 4 oyum var, bin liraya el sıkışıyoruz. yüzü peşin dokuzyüzü seçimden sonra..." dedi


“O dört kişinin oy verdiği nasıl anlaşılıyor” diye sordum
“Her anlaşmaya ayrı bir şifre veriliyor. Mesela bana diyor ki sen ihtiyar heyetinden Ahmet Aga’yı çiz yerine köyün delisi İzzet’i yaz, veya başkasına Mehmet'i çiz Hülya Avşar’ı yaz. Sonuçta köyün delisine 4 oy çıktı mı gidip paranı alıyorsun. İhtiyar heyetini de dengeli çizdiriyorlar ki hepsi seçilsin” dedi
“Para almadan oy veren yok mu yani?” dedim


“Var tabii canım; kemik oylar var, akrabalar falan. Seçim öncesinde her aday ve çevresi toplanır saatlerce fısır fısır, elde hesap makinesi hesap yapar” dedi
“Neden bu kadar önemli muhtar seçilmek? Maddi bir kazanç mı bekliyorlar?” diye sordum
“Yoo, aksine cebinden bile harcar. Muhtarlık köy sosyetesinde gelinebilecek en yüksek konum. Herkesin saygısını kazanırsın, kaymakamla, komutanla yemek yersin, bütün bunlar insanın hoşuna gider” dedi ve bu şekilde seçilen muhtarlarının bir icraatını anlattı:


“Bizim köyle komşu köy arasında sulama konusunda kavga çıkmış, komşu köylüler bizim köyün sulama borularını kırmış. Köylü muhtara, 'Git Kaymakam'a şikayet et!" diye baskı yapıyor. Muhtar köylüye demiş ki:
‘Şimdi ben gidip şikayet etsem beni dilekçe yaz, DSİ’ye git, Adliyeye git diye dolaştırırlar, bir sonuç alamayız. Siz en iyisi beni yarın Kaymakamlığın önünde köy dolmuşundan inerken karşılayın, biraz dövün’


Köylü belirlenen saatte ilçe merkezine gelen muhtarı dolmuştan iner inmez tartaklamaya, 'Hakkımızı aramıyorsun' diye bağırıp çağırmaya başlamış. Muhtar da sözümona kaçarak Kaymakamlığa sığınmış, kendini Kaymakam’ın odasına zor atmış Arkadan kovalayan köylüleri def edip güç bela kapıyı kapatınca Kaymakam heyecanla meseleyi sormuş. Öğrenince hemen konuyu tetkik etmesi için Jandarma Komutanına , kırılan su borularının tamiri için de Özel İdareye emir vermiş. İşleri bir günde hallolmuş. Nasıl Muhtar olmak kolay değil di mi Doktor Bey” dedi
“Bu muhtarın kesin başka hikayesi de vardır ” dedim
“Olmaz mı onu da anlatayım, yarın yazarsınız” dedi