Günlük Burç Yorumları

püf noktası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
püf noktası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Kasım 2011 Cuma

çilingir







Bugün kayıt olmak için gelen bir hastanın nüfus cüzdanının epeyce eprimiş ve dağılmış olduğunu görünce

"Bu kimlik ne kadar eskimiş. Kimlik kontrollerinde sorun çıkmıyor mu?" diye sordum
"Bu yenilenmiş hali, eskisi daha fenaydı ama sorun çıkmıyor. Polisler beni tanır, ben çilingirim, baskına gidecekleri zaman beraber gidiyoruz, kapıları açıyorum. " dedi
"Kimlikleriniz neden bu kadar çabuk eskiyor?" dedim
"Film olmadığı zaman anahtarı arkasında unutulan kapıları açmakta kullanıyorum da ondan" dedi
"Nasıl açılıyor kapı kimlikle?" diye sordum
"Tam dilin olduğu yerden içeri sokuyorsun, bir yandan kapıyı kendine çekerken filmi ittire ittire dili kurtarıyorsun " dedi
"Ya kapı klitliyse?" dedim





"O zaman göbeği kırmak lazım. Boru anahtarıyla kanırtınca kırılır hemen sarı. Sonra tornavidayla kilidin dilini ileri ittirip, yeni göbek takıp açıyorsun. Gerçi ben açmıyorum artık, son seferinde polis çilingirlik belgemin olmadığını öğrenince 'Sen nasıl belgesiz kapı açıyorsun' diye kızdı" dedi
"Belge nasıl alınıyor, kötüye kullanmayacağım falan diye yemini mi var?" dedim
"Yok ya çilingirler odasına kaydoluyorsun, belge veriyorlar işte" dedi

3 Nisan 2011 Pazar

sahte içki




Geçen hafta hapşuruk yakınması ile başvuran bir barmene:
"Nasıl alkol zamları içki tüketimini azalttı mı?" diye sordum.

"Tüketimi biraz azalttı tabi, ama esas sahteciliği arttırdı. Millet kalitesiz içkilere yöneldi" dedi

"Nasıl sahtecilik?" diye sordum

"Doktor Bey bu alkolü içkilerde sahtecilik çok olur. Mesela şimdi moda oldu, sokaklarda 3-5 liraya tekila şatı satılıyor. O satılanın içinde bir damla tekila yok" dedi

"Ne var peki?" diye sordum

"2,5 santilitrelik şatın dörtte biri Bacardi, gerisi ucuz votka ve tonik. Kimse ayırt edemiyor. Zaten bir şişe tekila 70 lira, o fiyatlara satmaya imkan yok" dedi


"Başka ne gibi sahtecilikler oluyor" diye sordum

"Ben çok meyhanede çalıştım. Hemen hemen bütün meyhaneler rakıyı sulandırır, kendilerine bir şişe çıkartır" dedi

"Sulandırılınca beyazlamıyor mu?" diye sordum


"Şimdi standart olarak 12 şişe rakıyı bir kazana boşaltırsın, içine bir şişe ılık suyu yavaşça karıştırdın mı beyazlamaz. Sonra tekrar şişelere doldurup ağzındaki bileziğe de birer damla japon yapıştırıcısı damlattın mı, masada çıt diye açılır. Bunu 12 şişe rakıya 2 şişe su ile yapanlar da vardı. Şimdi yeni bilyeli kapaklardan sonra azaldı" dedi

"Ben de neden garsonlar şişeleri kendileri açıp da masaya bırakıyor diye merak ediyordum" dedim


Hapşuruğu allerjik rinit vasfında olduğundan kendisine nasal bir kortizon preparatı yazdım ve ilacı özellikle sabah evden çıkmadan, yani çiçek tozları ile karşılaşmadan kullanmasını söyledim.

18 Ekim 2010 Pazartesi

bahşiş dilekçesi





Bugün ilaç yazdırmaya gelen bir hasta gemi sayahatinden döndüğünü söyleyince
"Nasıl memnun kaldınız mı?" diye sordum
"Çok memnun kaldık, ilk fırsatta yine gitmek istiyoruz. Geceleri hep yol yapıyor, sabah limana inip geziyorsun. Vize de gerekmiyor" dedi
"Vizesiz nasıl geziliyor?" diye sordum
"Gemide pasaportları alıp manyetik bir kart veriyorlar. Şehre onunla çıkıyorsun. Böylece geri dönmeyen olursa hemen anlaşılıyor. Bizim gruptan birisi gemiye dönüş saatini şaşırmış da büyük olay oldu, polisler falan geldi." dedi




"Söylenen ücretlerden başka bahşiş gibi gizli ücretler de oluyormuş, öyle mi?" dedim
"Kişi başı günlük 7 euro bahşiş var, ama biz yolunu öğrendik. Bir dilekçe yazıp şu kadar bahşiş vermek istiyorum diyorsun. Mesela biz kişi başı 10 euro vermek istediğimizi yazdık. Turun sonunda ekstreye baktık 10 euro düşmüşler. Dilekçe vermeseydik 8 günde 56 euro verecektik. Bu sayede 92 euro cebimizde kaldı. Hizmetleri güzeldi ama zorunlu bahşiş hoş birşey değil" dedi

26 Ağustos 2010 Perşembe

Ön cam çatlağı





Geçen hafta arabamın ön camındaki ufak bir çatlak sıcakların etkisiyle uzamaya başlayınca bugün gittiğim oto-camcısında tesadüfen eski bir hastamla karşılaştım. Kendisine:
"Sıvı camla çatlakları tamir ettiklerini söylüyorlar. Bu cam tamir edilebilir mi?" diye sordum



"Hayır bu çatlak yürüyüp gitmiş, buna hiçbir şey yapılamaz. Zaten o tamir ediyoruz dedikleri de sadece görüntü açısından düzeltme. Camın içine Japon yapıştırıcısı gibi bir malzeme doldurup zımparalıyorlar. Çatlak yerinde duruyor, sıcak soğuk değişikliği olduğunda yine uzar gider" dedi
"Peki çatlağı etrafını çizmenin bir faydası olur mu?" dedim
"Teorik olarak çizdiğimiz kenarın havını alabilsek, yani yuvarlatabilsek olur ama çatlağın içini zımparalamak mümkün olmadığından elmasla çizdiğimiz çizginin kenarlarında da ufak çıtlamalar oluyor. Bu sefer ısı farklarıyla, ya da süratli giderken ön camda olan hava basıncıyla çizdiğimiz çizgiden kaynaklanan çatlaklar oluyor" dedi


"Basınçlı kumla çizilse?" diye sordum.
"Olmaz, cama sadece ısıyla müdahele edilebiliyor. Siz bu camı değiştireceksiniz. Kaskonuz varsa hemen ücretsiz değiştiririz. O kadar ki bazen ufacık nokta gibi çıtlamalar yüzünden camını kaskodan değiştirtenler oluyor." dedi



"Kaskom yok. O zaman ikinci el çıkma cam bulunuyordur" dedim
"Hayır bulunmaz, zira bizim kaskodan parayı alabilmemiz için arabanın camı kırık halde, camsız ve yeni camla fotoğraflarını çekmemiz gerekiyor. Bu nedenle ufak tefek noktaların üzerine çekiçle vurup cama büyük taş çarpmış hale getiriyoruz. Bence lüzumsuz bir iş, arabanın orjinalliğini bozuyorlar" dedi



"Takılan cam orjinalinden farklı mı?" diye sordum
"Hayır bütün camlar aynı kalitededir. Hatta Türk camı en kalitelisidir. Üzerindeki marka değişiyor. Eskiden farkediyordu. Camı ısıtıp bombeliğini verdikten sonra hızlı soğutursanız kırılınca unufak olur, eskiden öyleydi. Şimdi yavaş soğutuluyor ayrıca iki kat camın arasında şeffaf bir vinyl tabakası var, bu da kırılan camın dağılmasını engelliyor. Sizin dıştaki cam kırılmış, içerdeki sağlam" dedi



"Ben ne yapayım şimdi?" diye sordum
"Bence hiçbirşey yapmayın, bu camlar sizi yolda bırakmaz. Eğer çatlak görüşü engelleyecek şekilde uzarsa o zaman değiştirirsiniz, çünkü öyle olursa aracınız muayeneden geçemiyor" dedi

19 Temmuz 2010 Pazartesi

evde sabun yapımı





Haftasonu katıldığım ROCK-A festivalinin sosyal etkinlikler bölümünde hep merak ettiğim evde sabun yapımını öğrendim.
Dutlar Ekoköyü' nden gelen bir katılımcının anlattığına göre sabun yapmak için öncelikle Potasyum hidroksit içeren kostikli su elde etmek gerekiyormuş. Bunun evde yapımı için bir miktar odun külünü (kömürünü değil) suyun içinde mümkün olduğunca uzun süre bekletip süzdükten sonra kalan suyu buharlaştırarak (ocakta veya ekolojik yöntem tercih edilirse güneşin altında) oldukça derişik bir bazik sıvı elde edecekmişiz..


Daha sonra zeytinyağını kaynatıp içine bu hazırladığımız kül suyundan azar azar ilave ederek pelte kıvamına gelince önceden hazırladığımız kalıplara dökerek soğumaya bırakacak, bir gün kadar soğuyan sabun kalıplar halinde parçaladıktan sonra sabun tozu ve sıvı sabun yapımı için rendeleyerek çamaşır-bulaşık makinesinde toz halinde kullanılırken, sıvı sabun yapmak için yine küllü suyun içinde bir gün kadar bırakacakmışız.
Gösterdikleri örnekler de gerçekten sıvı sabun kıvamında ve görüntüsündeydi.
Sabuna koku vermek için lavanta, defne, bıttım gibi bitkisel yağlar eklemek mümkünmüş.


Bulaşık makinesi deterjanı olarak kullanılırken bardakları matlaştırdığı için yanına parlatıcı olarak elma sirkesi ya da limon kabukları koymak gerekiyormuş.
"Peki ama zeytinyağı çok pahalı bir madde. Böyle sabun üretmek çok maliyetli olmuyor mu?" diye sordum
"Bu sabunu yemeklik yağdan değil ağacın dibine dökülen kurtlu zeytinlerden sıkılan dip yağından yapıyoruz. Her yağhanede bulunan bu yenemeyecek kadar asitli yağın litresi 1.5 lira. Eğer üreticiden alırsanız 50 kuruş. Ekolojik olmanın yanı sıra neredeyse bedavaya evinizin bütün sabun deterjan ihtiyacını karşılayabiliyorsunuz." dediler.





"Bu yağ hiçbir şekilde yenemiyor mu?" dedim
"Büyük fabrikalarda rafine edilirse rafine zeytinyağı olarak satılıyor. %70 rafine zeytinyağına, %30 oranında sızma katılınca da riviera yağı oluyor" diye yanıtladılar
"Kızartma yağlarından da sabun yapılabilir mi?" diye soranlar oldu
"Eğer yağ vasfını kaybedecek kadar yanmışsa olmaz. Yanmamışsa da önce rafine etmek gerekir ki bu da büyük fabrikaların işi" dediler.

7 Nisan 2010 Çarşamba

nüfus kaydı




Bugün Tuhan isimli bir bebeği muayene için getirdiler.
Muayenesi bittikten sonra reçetesini yazarken
"Ne demek Tuhan?" diye sordum

"Tuhan işte. Nuh'un tuhanı yok mu!" dedi babası

"Tufan değil mi o" dedim


"Ben de Tufan koydum aslında. Nüfus müdürlüğüne gittim, bir kağıda yazdım verdim. Kimliği elime alınca bir de baktım Tuhan yazmışlar. Geri verip düzelttirmek istedim. Mahkemeye başvuracaksın dediler" dedi
"Yani hemen o anda söylediniz, düzeltmediler öyle mi? Böyle bir harf değişikliği çocuğun bütün hayatı boyunca sorun yaşamasına neden olur. Tartışma çıkartmadınız mı?" diye sordum
"Yok mahkeme lafını duyunca hiç üstüne gitmedim" dedi

Fotoğraflar hiphopçu Tuhan

28 Mart 2010 Pazar

tatlı su balıkçılığı





Bugün ilaç yazdırmaya gelen Saruhanlı’lı bir hastaya Gölmarmara’da balık tutup tutmadıklarını sordum.
“Tutuyoruz” dedi.
“Hangi balıklar çıkıyor?” diye sordum.
“Sazan çıkıyor, Levrek çıkıyor, Yılanbalığı çıkıyor” dedi.



“Levrek dediğiniz dişli turna değil mi?” dedim, öyleymiş.
“Balığı hangi yemle tutuyorsunuz?” dedim
“Yok oltayla değil, biz takımla, ırıpla tutarız” dedi.
“Irıp ağ mı oluyor?”dedim
“Evet iki türlüsü var, bir çektirme bir de salma. Biz geceden salıyoruz, sabah topluyoruz, bir de 10-15 gün sonra zıpkınla da avlarız. Zıpkını bilir misin böyle geniş ağızlı” dedi.
“Zıpkınla suya girmeden avlıyorsunuz değil mi?” dedim
Olur mu dizimize kadar giriyoruz. Bu mevsimde artık suyun içinde ne oluyoırsa bilmiyorum, kıyıda kaynaşıyorlar. Suyun içinde böyle simsiyah sırtını görürsün” dedi
“Ağdan ne kadar balık çıkıyor bir seferde, büyükleri oluyor mu?” diye sordum.
“30-40 kilo çıkıyor. Ben çocukken 8-10 kiloluk sazanlar çıkardı. Boyu Murat arabanın bagaj düğmesine kadardı” dedi.



“Yılanbalığı da aynı ağla mı yakalanıyor?” dedim.
“Yook, onun takımı başka, böyle kutu şeklinde, ufak deliği var, içine girdi mi bir daha çıkamaz, ama bilmeyen de yılan sanır yanına yaklaşamaz” dedi.




“Balıkları nasıl pişiriyorsunuz?” diye sordum.
Sazanı tava da yaparız, ızgara da. Baharda şimdi daha yağlı olur, içinden havyar da çıkar. Yılanbalığını ise pişirirken yağını üç kere dökeceksin, anca öyle tadını alırsın” dedi



“Kızartma yağını mı üç kere değiştiriyorsunuz?” diye sordum
“Hayır, Yılanbalığı çok yağlıdır, yağsız tavaya koydun mu yağını salar. Öyle bir seferde pişirip yersen insanın içini bulandırır. Yağını bıraktıkça dökeceksin. En son yağı kalmayınca iki tarafını kızarttın mıydı, tadına doyum olmaz” dedi.

22 Mart 2010 Pazartesi

Kore




Haftasonu evimize konuk olan Kore'li bir kıza Asya ırklarını dış görünüşleriyle birbirinden ayırıp ayıramadıklarını, sözgelimi bir Japon ile bir Koreliyi ayırt edip edemediklerini sordum.
"Elbette edebilirim" dedi



"Bize Japon, Çinli, Koreli, hepsi aynı gibi geliyor" dedim
"Bana da batılılar öyle geliyor. Nereli olduklarını asla tahmin edemiyorum" dedi
"Mesela Japonları nasıl ayırt ediyorsunuz?" diye sordum
"Japonların saçları kahverengi olur, ağır sert makyaj yaparlar" dedi




"Nasıl kahverengi?" dedim
"Yani saçlarını boyarlar" dedi
Gülerek,
"Tamam da saçlarını boyamazlarsa nasıl anlıyorsunuz?" diye sordum




"Anlıyoruz ama nasıl anladığımızı size anlatmam zor. Görünce anlıyoruz işte" dedi
"Kuzey Kore'ye gidebiliyor musunuz?" diye sordum
"Belli turlarla belirli rotalara gidebiliyoruz ama özgürce dolaşmamız yasak" dedi


"Kuzeydekiler Güney'e gelebiliyor mu?" dedim
"Asla! Sınırı kaçak geçmek de çok zor. Ancak Çin üzerinden kaçarak gelebiliyorlar, ama bunun için de Çin içerisinde 3000 km yol yapmaları lazım. Bu sıırada Çin polisine yakalanırlarsa geri gönderilip hapis ya da idam cezası alıyorlar" dedi

İkinci resim ilginç bir siteden
Üçüncü resimdeki anime havası veren Japon malı geniş lensler burada.
Dördüncü çizim bir forumdan.

2 Aralık 2009 Çarşamba

su dalgası



Bugün kabızlık yakınması ile başvuran saçları her zamankinden farklı olan bir genç kıza yeni saçlarının yakıştığını söyledikten sonra "Perma mı deniyor buna?" diye sordum
"Hayır, su dalgası deniyor" dedi
"Nasıl yapılıyor, pahalı mı?" diye sordum
"Bioform denen bir madde uygulanıyor, Ben 70 liraya yaptırdım, sonrasında 6 ay kadar böyle dalgalı kalıyor. Yaptırmakla bitmiyor ama bakımı zor" dedi



"Ne gibi?" dedim
"Kuruyken taramamak ve sürekli jöle sürmek gerekiyor, yoksa çalı süpürgesi gibi kabarıyor" dedi
Saçlarının uzunluğuna bakarak "Epey jöle gidiyordur herhalde" dedim
"Evet büyük kutulardan alıyorum, daha ekonomik oluyor" dedi


Kabızlığı için bol su içmesini, posalı gıdalar ve meyve yemesini hatta geceleri kuru incir hoşafı içmesini, sabahları da tuvalet ihtiyacı olmasa bile mutlaka 15 dakika tuvalette oturarak ıkınmasını ve bedenine sabahları dışkılamayı öğretmesini önerdim ve ilaç yazmadım.

5 Ekim 2009 Pazartesi

sonbahar hazırlıkları






Bugün her tarafında ağrı yakınması ile başvuran bir hasta
"Haftasonu kışlık hazırlık yaptım ondan oldu" dedi
"Ne yaptınız ki?" diye sordum
"Nar ekşisi yaptım, pekmez kaynattım" dedi
"Pekmezin içine beyaz toprak katılıyor değil mi, onu nereden buldunuz?" diye sordum


"Tabi katmazsan olmaz. Geçen haftasonu Kavacık'ta üzüm şenliği vardı; orda üzüm aldığım satıcı verdi. İlginç bir şey; bağ olan yerde o toprak da mutlaka bulunuyor. Bizim memleket Niğde'de Köşk diye bir yerde vardır, güzün herkes gider ordan alır. Hatta o toprak yüzünden iki kişi öldü!" dedi

"Nasıl öldü?" dedim
"E daha temizini bulacağız diye derine doğru kazarken üstlerine toprak kaydı öldüler. Gerçi bir de mozaik tozuyla yapılıyor diyorlar ama toprak hem doğal hem bedava" dedi
"Nasıl yapılıyor pekmez?" diye sordum



"Üzümleri yıkayıp saplarından ayırıyorsun, temiz bir çizme ile çiğneyip şırasını alıyor daha sonra o beyaz topraktan bir iki avuç atıp iyice karıştırıp dinlenmeye bırakıyorsun. Bir gece öyle kaldıktan sonra sabah bir taşım kaynatınca çamur dibe çöküp şırası tertemiz ayrılıyor. O şırayı süzüp koyulaşana kadar kaynattın mı oldu sana nefis pekmez!" dedi
"Nar ekşisini nasıl yaptınız, zor olmadı mı hazırı varken?" diye sordum


"Aman Doktor Bey o piyasada satılanlar hep hileli, gerçek olsa kilosunu 40-50 liradan satmaları gerekir. 200 kilo ekşi narı tek tek sıktım, suyunu kaynattım, 8 kilo nar ekşisi çıktı. Aslında kıvamı da biraz duru oldu, daha kaynatsam 5 litreye düşecekti." dedi
"Üşenmiyor musunuz bu işlere" diye sordum
"Eskiden beri alışmışız, sonbahar geldi mi bunları yapmak bana sevinç veriyor" dedi


Ağrıları için parasetamol tb 3x1 yazdım.



Bu linkte de Tijen İnaltong'un kış hazırlıkları var



29 Eylül 2009 Salı

soda-kola




Bugün başdönmesi yakınması ile başvuran bir gıda mühendisinin tansiyonunu düşük bulunca biraz tuzlu yemesini veya günde bir iki maden suyu içmesini söyledim.



"Çalıştığım işyerinde maden suyu üretiyoruz zaten. İçmeye çalışıyorum ama hele gazsız içince tadı pek kötü oluyor" dedi
"Maden suyu yeraltından doğal olarak gazlı çıkmıyor mu?" diye sordum
"Çok düşük bir gaz oranı var, esas şişelenirken içine karbondioksit basılıyor" dedi
"Soda ile maden suyunun ne farkı var?" diye sordum


"Maden suyu doğal yeraltı suyu, soda ise içine karbondioksit basılmış memba suyu. Gerçi yazın işlere yetişemediğimizde bizim de maden suyunu yarı yarıya sulandırıp şişelediğimiz oluyor. Hatta size bir şey söyleyeyim, bazı küçük su şirketleri de tüketim arttıp da kaynakları siparişe yetişemezse belediye suyunu şişeliyorlar" dedi


"Ben de geçen yaz aldığım bir şişe suyunun tadını kötü bulunca acaba sahte mi diye firmaya yazmıştım, yanıt vermemişlerdi." dedim
"Bu meşrubat işinde üçkağıt çok oluyor. Mesela çeşmeli kola makinelerinde 20 litrelik karton kutuya koyulmuş naylon torbada kola şurubu kullanılıyor. Ambalaj masrafı olmadığından çok ucuza geliyor ama onu bile sulandırırken ayarı ile oynayıp daha da ucuza getiriyorlar" dedi



"Sulandırıldığı belli olmuyor mu?" diye sordum
"Normalde % 11 şeker olması gerekirken 8-9 a kadar düşürüyorlar. Buzla falan kaynayıp gidiyor" dedi

25 Ağustos 2009 Salı

kına





Bugün halsizlik yakınamsıyla vitamin yazdırmaya gelen bir hastamın saç rengini değişmiş görünce
"Saçınızı mı boyattınız?" diye sordum
"Kınayla kendim boyadım" dedi
"Kına ile boyayınca kızıl olmuyor mu? Sizinki bayağı koyu kahve olmuş" dedim



"Kınayı sulandırdıktan sonra bir gece demir tencerede bekletirsen koyu kahve boya olur. Ayrıca tabi alttaki rengin de önemi var, bembeyaz saça hiç bekletmeden sürersen portakal gibi de olur" dedi
"Başka bir şey de eklediniz mi?" diye sordum
"Sabitlenmesi için biraz limon ve yumurta da ekliyorum. Sirke de koyulabiliyor" dedi


Kendisine yapay vitaminlerin doğallar kadar etkili olmadığını, en güzel vitamini semt pazarlarından alabileceğini söyledim ve ilaç yazmadım.

9 Ağustos 2009 Pazar

maddi hasarlı trafik kazası tespit tutanağı



Geçen hafta karıştığım ufak bir trafik kazasıyla trafik kaza tutanağı tutmanın inceliklerini öğrendim.
Başıma gelen kazaya üç araba karışmıştı, fakat tutanakta doldurulacak sadece iki arabalık alan vardı, hiçbirimizin kaskosu yoktu.
Ne yapacağımızı öğrenmek için şöförlerden biri sigortacı anlayan bir arkadaşını aradı, sordu: 'İkiden fazla araba karıştıysa trafik polisini ya da jandarmayı çağırmanız gerekirmiş' dedi. Çağırdık, ama uzun süre gelen giden olmadı.


Bu arada söylenenler pek aklıma yatmadığından ben de sigortacımı aradım.
Eğer taraflar kazanın nasıl oluştuğu konusunda aynı fikirdelerse, trafik polisine ve alkol muayenesine gerek olmadığı, ikinci bir tutanağa 3. aracın bilgilerinin yazılmasının ve olay yerinin fotoğrafının çekilmesinin yeterli olduğunu, tutanağın fotokopilerinde ıslak imza olmasının çok önemli olduğunu söyledi. Söylediklerini yaptık, hikayeyi yazıp altnı hep birlikte imzaladık, birbirimizin ruhsat, ehliyet ve sigorta fotokopilerini aldık.



Gerçekten de sigortada sorun çıkmadı, hasarımız karşılanacakmış. Seviste öğrendiğime göre de eğer olaya karışan ve hasar gören arabalardan birisi sigortaya başvurmazsa dosya kapanamadığından ödeme yapılamıyormuş
(Trafik sigortasından yararlandığımız arabanın başvurması, kusurlu o olduğu için şart değilmiş)


İlk fotograf, daha önce konuyla ilgili eğlenceli bir yazı kaleme alan Duygu Özpolat'tan


3 Ağustos 2009 Pazartesi

Автомат Калашникова образца 1947 года*







Bugün ilaç yazdırmaya gelen bir hastanın karnesindeki askeri kıyafetli fotoğrafını görünce
"Askeriyede sınıfınız neydi?" diye sordum
"Ben ordonatçıydım. Hafif silah teknisyeniyim" dedi
"Nedir hafif silah?" dedim
"İşte tüfek, tabanca, roketatatr, bunların bakımı tamiri gibi işler" dedi
"Bizim orduda hala G3 piyade tüfeği mi kullanılıyor? Onlar ne kadar çok tutukluk yapıyordu, yerli üretim miydi?" diye sordum

"Yerli üretimdi ama patentini Almanlar'dan aldık. Şimdi Kalaşnikof AK-47 kullanılıyor, en azından benim çalıştığım Güneydoğu bölgesinde öyle" dedi




"Ne üstünlüğü var Kalaşnikofun G3 e?" dedim

"Her hava koşulunda ateş ediyor, yağmurdan çamurdan etkilenmiyor, taşıması kolay, bakımı kolay, daha seri atıyor, tutukluk yapmıyor" dedi





"Bildiğim kadarıyla Çin malı kalaşnikoflar da var, değil mi?" dedim

"Evet, pek çok ülke üretim yapıyor. Hatta bunun yüzüden büyük bir sorun yaşadık. Ben Rusya'ya kalaşnikof almaya giden heyetteydim. Rus malı silahları aldık, getirdik, bir gariplik var. Silahları ambalajından çıkartıyoruz, 5-6 kez ateş edince halkalanma başlıyor"

"Halkalanma nedir?" diye araya girdim

"Namlunun çinde halkavi çizgiler oluşması. Normalde namluya bakarsın, içi pırıl pırıldır.






Bu çizgilenme merminin hızını keser, yönünü şaşırtır, hatta mermi takla atarak gider. Namlular söküldü analiz edildi, içindeki çelik oranı çok düşük çıktı. Meğer Ruslar silahlara Çin malı namlu takmışlar" dedi

"Sonra ne oldu?" diye sordum

"Sanıyorum 40 bin kadar tüfek vardı.Hepsi 2-3 kargo uçağıyla geri gönderildi, sorumlular hakkında da soruşturma açıldı. Heyete makine mühendisi alınmamasından kaynaklandığı söylendi" dedi



İkinci fotografta tasarımcı Michael Kalaşnikov



* Otomatik Kalaşnikof tüfeği 1947 Model S