“Bizim köy uzun zamandır belde olmak istiyor. Bunun için nüfus sayımında 2000’nin üzerinde kişi sayılması lazım ama bizim köyde epi topu 800 kişi var. Büyükşehirlere göçenlerden sayımda gelmeleri konusunda söz alıyorlar ama yine de sayı 1000’i geçmiyor. Muhtar ve ihtiyar heyeti düşünüp taşınıyor, köylüden para toplayıp gidip Yalova’da biz göçer obası ile anlaşıyorlar. Anlaşmaya göre herkesin yevmiyesi kamyona bindiği anda işlemeye başlıyor, nüfus sayımına kadar ödeniyor.
1000 kişilik Çingen obasını kamyon kasasında köye getirip evlere, ev sahibinin maddi olanağına göre beşer, onar yerleştiriyorlar. Sayımda sorulduğunda da hepsi biz akrabayız, bundan sonra burada kalacağız yanıtı veriyor. Hatta Muhtar’ın bana dediğine göre nüfus hesaplarına göre 2025 kişide kalmış da bir kaza olmasın diye 50 tane de mevtayı yazdırmışlar.” dedi “Belde olabildiler mi peki?” diye sordum
“Oldular, ama bir dönem. Sonra hükumet yasayı iptal etti, böyle oluşan belediyeleri kaldırdı. Olsun, herkes çok memnun. Ne olacak ki, köyün içme suyu geldi, kanalizasyonu, yolu yapıldı, İller Bankası'ndan krediyle iş makineleri alındı, bundan sonra yine köy olsun, önemli değil” dedi.
Bugün ilaç yazdırmak çin başvuran emekli bir Uluslararası İlişkiler Profesörüne "Mübarek'ten sonra Mısır'a demokrasi gelecek mi acaba?” diye sordum “Bence zor. Bakın bizim iyi kötü 60 yıllık demokrasimiz var. Size seçimlerle ilgili bir örnek vereyim” deyip anlatmaya başladı: “Ben Ege’nin dağ köylerindenim. Bizim köyde muhtarlık seçimi vakti geldiğinde büyük bir pazarlık başlar. Muhtar olacak kişinin 800 haneli köyde en az 70-80 bin lira harcaması gerekir. Blok oyu olanlarla pazarlık edilir, el sıkışılır. Mesela benim evde 4 oyum var, bin liraya el sıkışıyoruz. yüzü peşin dokuzyüzü seçimden sonra..." dedi
“O dört kişinin oy verdiği nasıl anlaşılıyor” diye sordum “Her anlaşmaya ayrı bir şifre veriliyor. Mesela bana diyor ki sen ihtiyar heyetinden Ahmet Aga’yı çiz yerine köyün delisi İzzet’i yaz, veya başkasına Mehmet'i çiz Hülya Avşar’ı yaz. Sonuçta köyün delisine 4 oy çıktı mı gidip paranı alıyorsun. İhtiyar heyetini de dengeli çizdiriyorlar ki hepsi seçilsin” dedi “Para almadan oy veren yok mu yani?” dedim
“Var tabii canım; kemik oylar var, akrabalar falan. Seçim öncesinde her aday ve çevresi toplanır saatlerce fısır fısır, elde hesap makinesi hesap yapar” dedi “Neden bu kadar önemli muhtar seçilmek? Maddi bir kazanç mı bekliyorlar?” diye sordum “Yoo, aksine cebinden bile harcar. Muhtarlık köy sosyetesinde gelinebilecek en yüksek konum. Herkesin saygısını kazanırsın, kaymakamla, komutanla yemek yersin, bütün bunlar insanın hoşuna gider” dedi ve bu şekilde seçilen muhtarlarının bir icraatını anlattı:
“Bizim köyle komşu köy arasında sulama konusunda kavga çıkmış, komşu köylüler bizim köyün sulama borularını kırmış. Köylü muhtara, 'Git Kaymakam'a şikayet et!" diye baskı yapıyor. Muhtar köylüye demiş ki: ‘Şimdi ben gidip şikayet etsem beni dilekçe yaz, DSİ’ye git, Adliyeye git diye dolaştırırlar, bir sonuç alamayız. Siz en iyisi beni yarın Kaymakamlığın önünde köy dolmuşundan inerken karşılayın, biraz dövün’
Köylü belirlenen saatte ilçe merkezine gelen muhtarı dolmuştan iner inmez tartaklamaya, 'Hakkımızı aramıyorsun' diye bağırıp çağırmaya başlamış. Muhtar da sözümona kaçarak Kaymakamlığa sığınmış, kendini Kaymakam’ın odasına zor atmış Arkadan kovalayan köylüleri def edip güç bela kapıyı kapatınca Kaymakam heyecanla meseleyi sormuş. Öğrenince hemen konuyu tetkik etmesi için Jandarma Komutanına , kırılan su borularının tamiri için de Özel İdareye emir vermiş. İşleri bir günde hallolmuş. Nasıl Muhtar olmak kolay değil di mi Doktor Bey” dedi “Bu muhtarın kesin başka hikayesi de vardır ” dedim “Olmaz mı onu da anlatayım, yarın yazarsınız” dedi
Geçen hafta İzmir'deki bir toplantıda Erden Eruç'u dinledim.
Ondan, bir insanın kişiliğini spor ve eğitimle nasıl çelik gibi yapabileceğini, önüne çıkan olumsuzluklar karşısında yılmadan kafaya koyduğu şeyin peşinden gidebileceğini öğrendim.
Kendisi okyanusu kürek çekerek geçen ilk Türk.
Üç okyanusu birden kürek çekerek geçen ilk insan!
Denizde en uzun kalma rekoruna (629 gün) sahip tek canlı insan. Rekorun sahibi okyanusta kaybolmuş.
Evini satarak aldığı kontrplaktan yapılmış, ikinci el teknesiyle giriştiği bu macerada teknesine Türk bayrağı çekmek, girdiği bütün limanlarda bayrak göstermek, ülkesini tanıtmak istemiş, ama mevzuattaki tekne tanımı motor şartı getirdiği icin kas gücüyle kullanılan bu kurekli ozel kayığın Türkiye’de kaydı yapılamıyormuş. Üstelik denize elverişlilik belgesi alabilmek icin tekneyi ta Amerika'dan Türk sahillerine getirmesi gerektiği için bunu resmi olarak yapamamış.
İzmir liman idaresinde danıştıkları bir bürokrat "Sen bayrağı yine çek, engel olan mı var" diye akıl vermiş ama son çıkan ticaret yasasıyla artık Türk bayrağı taşımaya hakkı olmayan teknelerin bayrak çekmesine 6 ay hapis cezası getirilmiş.
Denizleri kürek çekerek, kıtaları bisikletle ve yürüyerek aşıp tam bir dünya turu yapmayı planladığı bu seyahatinde ayrıca her kıtanın en yüksek zirvesine de tırmanıyor.
Hayır amaçlı projeleri hayata gecirmek için, oturduğu Seattle’da kurduğu vakıftan, kendi deyimiyle günümüzün köy enstitüleri olan yatılı bölge okullarına 7 yılda sadece 70 bin dolar yardım yapılabilmiş. 2007 yazında Türkiye’den Aktaş Group sponsor olalı beri, Türk'lerden gelen bağışları Ilkogretim Okullarına Yardım Vakfı’na (İLKYAR) yönlendirmiş. Halen o tarihten once projede kilitlenmis ve yarısı Türk'lerden gelmis olan 75 bin dolar civarında bir bağışı da yine hayır amaçlı olarak serbest bırakabilmek icin nakit sponsorluk arıyor.
Bugün burun akıntısı, yüksek ateş ve eklem ağrıları ile muayeneye muayeneye gelen bir dördüncü sınıf öğrencisine karnesinin nasıl olduğunu sordum. "Takdirname aldım" dedi "Geçen yıl da almış mıydın?" diye sordum "Bilgisizliğime şaşarak;
"Takdirname 3. sınıftan sonra verilmeye başlanıyor" dedi
"Nasıl alınıyor peki takdirname?" diye sordum "Hepsi beş olunca alınıyor. Bazıları dörtse de teşekkür alınıyor" dedi "Kaç tane dört olursa teşekkür alınıyor. Mesela hepsi dört olsa da bir tane beş olsa alınıyor mu?" dedim Bu sırada bizi dinlemekte olan çocuğun babası söze karıştı.
Kendisinin de sınıf öğretmeni olduğunu söyledikten sonra; "Ağırlıklı not ortalaması 4,5 tan yukarı olanlar takdirname, 4 ile 4,5 arasındakiler de teşekkür alıyorlar" dedi
"Ağırlıklı not ortalaması nasıl hesaplanıyor?" diye sordum "Derslerin saati ile alınan notlar çarpılıp, toplam ders saatine bölünüyor" dedi "Yani gerçekten de bütün notların dört olup, bir tane beşin olursa teşekkür alınabiliyor, öyle mi?" diye sordum "Evet aynen öyle" dedi
Çocuğuna antibiyotik yazılmasını isteyen babaya oğlunun grip geçirdiğini, bunun en iyi tedavisinin dinlenmek ve ateş düşürücü gibi destek ilaçları kullanmak olduğunu, antibiyotiğin bu durumda evladına zarar vereceğini anlatıp eğer öksürüğü şiddetlenirse tekrar başvurmasını söyleyerek Parasetamol şurup yazdım, ve karne hediyesi olarak bir şeker hediye ettim.
Bugün ilaç yazdırmaya gelen emekli bir polis "Oğlanı da askere gönderdik, yurtdışında çalıştığından 21 gün yapacak" dedi "Siz ne kadar yapmıştınız?" diye sordum "Ben 20 ay yaptım, bir de 12 Eylülden sonra 15 gün daha yaptım" dedi "O niye?" diye sordum "12 Eylül'den önce polisle askerin arası pek iyi değildi. Kaynaşsınlar diye bütün polislere 15 gün askerlik yaptırmaya kalktılar, ama kaynaşma biraz ters oldu. 3-4 dönem sonra vazgeçtiler" dedi
"Ne oldu ki?" dedim "Assubaylarla emretme konusunda kavga çıktı. Sonra zaten bize bulaşmasınlar diye döşümüze polis diye yazdılar. Ben esas askerliğimde paraşütçüydüm, Yüzbaşı beni paraşüt kulesine çıkartıyor, atlamıyorum. Kaç kere çıkarttı, dedim, uçak getir atlayayım ama buradan atlamam" dedi
"Neden kuleden atlamak istemediniz?" diye sordum "Kule bir garip bir şey, iple bağlısın, yer yakın falan. Uçaktan atlamak kolay. Zaten uçağın içindeyken uçağı sağa yatırıyor sola yatırıyor, düşüyormuş gibi yapıyor, o kadar ki sen bir an önce şu uçaktan bir kurtulayım diye bakıyorsun. Hesapta kendini kapıdan dışarıya çekip ileriye atlaman lazım ama şöyle omuzunu kapıdan çıkarttın mı rüzgar seni alıp götürüyor" dedi
"Atlayamayan ne oluyor?" diye sordum "Komandoluktan ayrılıp başka birliğe gidiyor ama hoş bir şey değil, kimse istemez. Ayağı kırıklar bile atlıyordu" dedi "Nasıl yani" diye hayret ettim "Hesapta yere inerken ayaklarını birleştirmen, dizleri kırman lazım, ama ilk heyecanla yere yanlış bastınmı ayak kırılıyordu. 1 ay alçıyla gezdikten sonra hadi atlayışa diyorlardı. Er de zaten para almak için atlamak istiyordu. Bu sefer sakat ayağı korumak isterken diğerine yüklenip onu da kırıyorlardı" dedi "Atlayış yapınca erlere para mı veriliyordu?" diye sordum
"Evet Nato'nun böyle bir rasyonu vardı. Hem de çok iyi para veriyorlardı. Bizimkiler 1 kişiye verilen parayı 5-6 kişiye böldükleri halde ben bir atlayış parasıyla 90 km uzaklıktaki memleketime taksiyle gidip geliyordum" dedi "Alçıyla atlamaya nasıl izin verildiğini hiç anlayamadım" dedim "Kimsenin ilgilendiği yok ki.Dönem Kıbrıs Harbi'nin sonrası, eğitim zayiatı deniyor geçiliyor. Bizim dönemde 6 kişinin paraşütü açılmadı, iki kişi denize atlarken boğuldu şehit oldu. Sarıkamış'ta tatbikata gittik. Tepenin üzerinde ufacık bir düzlüğe atlıyoruz. Bizi izleyen Amerikalı subay 'Biz buraya en fazla 15 kişi atardık, siz 600 kişiyi nasıl indirdiniz' diye parmağını ısırmış. Sonradan komutan anlattı. " dedi
"Paraşüt neden açılmıyor?" diye sordum "Bunları katlayıcı erler var. Katlarken arasına pudra serpiyorlar. Pudrası az oluyor, çok oluyor, yapışıyor, açılmıyor. Yedek paraşütü açmadan önce eskisinden kurtulmazsan ikisi birbirine dolanıyor, mum olma deriz biz, açılmıyor, taş gibi düşüyorsun" dedi "Denizde boğulanlar yüzme bilmediğinden mi boğuldular?" diye sordum "Bilsen ne olacak ki. Sırtında G3 tüfek, bacağında 35 kilo çanta, göbeğinde yedek paraşüt, yüzme bilsen de nasıl yüzeceksin. Suya 10-15 metre kala paraşütü ayırıp suya atlaman lazım. Çengeli açamayan boğuluyor" dedi
"Tüfek denize girip çıkınca bozulmaz mı?" dedim Gülerek "Çıkınca söküp temizlersin, yağlarsın, bir şey olmaz" dedi
Bugün bana muayene olmaya gelirken hediye yumurta getiren bir yumurtacıya "Bu yumurta tavukları verimli ömürleri bitince ne oluyor?" diye sordum "Kesime gidiyor. Tavuk 6 aylıkken yumurtlamaya başlar. Normalde %80 verim beklenir. Tavuklar 2,5 yaşına gelirken bu verim önce %70'e sonra % 60'a düşer. Altmışa düşünce kesime gönderilirler" dedi "Yüzde 80 ne demek?" diye sordum "100 tavuktan her gün 80 yumurta almak demek" dedi
"Yani bir tavuk hergün yumurtlasa da yaş grubu ile kesime gidiyor, öyle mi?" dedim "Tabi, olduğu gibi kesime" dedi "Kesilenler nerede satılıyor, ben hiç öyle büyük tavuk görmüyorum marketlerde" dedim "Onlar buraya gelmez. Basmane'de falan ucuza satılıyor. Biraz tüylü olur zaten onlar uğraştırır. Tüy yolma makinesine şöyle bir sokup çıkartıyorlar" dedi "Bu tavuklar dolaşıyor mu, yoksa bütün ömürleri kafeste mi geçiyor? diye sordum
"Dolaşmak yok! Suyu yemi önüne gelir" dedi "Kesime gitmek bir nevi kurtuluş oluyor o zaman" dedim
Bugün epeydir görünmeyen diyabetik bir hastam muayeneye gelince kendisine kontrollerini niçin aksattığını sordum. “Sormayın Doktor Bey , 3 aydır çekten cezaevindeydim, yeni tahliye oldum” dedi “Geçmiş olsun. Nasıldı cezaevi?” dedim “Allah kimseyi düşürmesin, ama bana iyi geldi. Tatil gibi dinlendim, spor yaptım, hatta sigarayı bıraktım” dedi
“İçerdeki ortam nasıl, yeni gelenden haraç alma, eziyet etme gibi şeyler oluyor mu?” diye sordum “Yok canım, eskidenmiş onlar. Şimdi herkes uyum içinde. Ben koğuşun yaşlılarındandım, herkesin abisi gibiydim, sağolsunlar saygı gösterdiler. Zaten öyle bir şey yapan olsa, seçimle gelen koğuş sorumlusu var, ona söyledin mi anında herkes dışlar, ayrıca hücreye gider” dedi
“Sporu nasıl yaptınız?” diye sordum “Bir gün sabah, bir gün akşamüstü yarımşar gün avluya çıkıyorsun. Orda topoynanıyor, volta atılıyor. Yüksek duvarların arasındasın ama gökyüzü görünüyor, temiz hava alabiliyorsun” dedi “İlaçlarınızı alabildiniz mi?” diye sordum “Evet, karneme yazdılar. Ordan da veriyorlar ama o zaman hesabından düşüyor” dedi “Hangi hesabından?” diye sordum
“İdaredeki parandan. Kumar oynanmasın diye yanında para bulunmasına izin vermiyorlar. Paran idarede duruyor, içerde alışveriş sigarayla yapılıyor” dedi “Nasıl yani?” dedim “Mesela Lark 4.5 lira di mi. Bir Lark gönderiyorsun 15 simit alıyorsun” dedi
“E sigarasına kumar oynanır o zaman” dedim “O aynı tadı vermiyor demek ki” dedi “Çıkınca ilk ne yaptınız?” diye sordum “Deniz kıyısına gidip enginlere baktım” dedi
Kendisine sigarayı bırakmakla ve spora başlamakla şeker hastalığının küçük damarlarda yarattığı hasarı önlemek açısından çok iyi bir iş yaptığını; sigaraya başlamamanın bırakmaktan zor olduğunu, bir nefes içerse yine başlayacağını unutmamasını söyledim ve ilaçlarını yazdım.